1992 yılında Erzincan’da meydana gelen ve şehrin adeta yerle bir olduğu depremin ardından büyük bir göç yaşandı.
Özellikle hali vakti yerinde olan esnaflar kurulu düzenlerini bozarak ellerindeki sermaye ile farklı illerde yeni biri düzen kurdular.
Bu esnaflarımızın arasında evleri- işyerleri yıkılan ve gitmeye mecbur kalanlar da vardı. Gittikleri yerlerde kaderlerine boyun eğip tüm zorlukları göğüsleyerek her şeye yeniden başladılar. Ticaretlerine farklı illerde devam ediyorlar.
Öyle bir kesim de var ki “Biz şehrimizi terk etmedik, tüm yatırımımızı şehrimize yaptık, istesek biz de giderdik ama gitmedik” diyor.
Fakat, sadece kendi ticaretleriyle uğraşan, iş alanlarını farklılaştıran, şehirde kazandıkları nüfuzlarını ticarete dönüştüren, “Sadece ben kazanayım, başka kimse kazanmasın” düşüncesinde olan, çalıştırdıkları asgari ücretli personellerini bir süre sonra tazminat hakkı elde etmesin diye “girdi- çıktı” yaparak haklarına giren, faaliyet gösterdikleri alanlardaki kiracılarını zora düşürerek fahiş fiyatlar talep eden, kendilerinden başka hiç kimseye faydası olmayan, “Güç Bende” diyerek zenginlik sarhoşluğunu sözüm ona memleket sevgisi olarak nitelendiren kişiler, adeta şehrin kaymağını yemeğe devam ediyor.
Bu kişilere, “Kendi ticaretinizden farklı olarak şehre bir fabrika mı kazandırdınız, iş alanı mı oluşturdunuz, istihdam mı sağladınız, kaç kişiye ekmek verdiniz?” diye sorulduğunda ise sorular cevapsız kalıyor.
“Sadece ben kazanayım, yeter ki cebim dolsun, başkası da ne olursa olsun” düşüncesinde olan kişilere halk soruyor; Kendinizden başka kime ne faydanız var?
Şehirde ticaret yapan, yatırıma yönelen, katma değer sağlayan, iş istihdamı oluşturan kişiler ve işletmeler ise, sahte memleket sevdalılarının aksine halk tarafından takdir kazanıyor. 50-60 kişinin çalıştığı lokantalar, işletmeler ve yüzlerce kişinin çalıştığı fabrikaların sahipleri ise Erzincanlı olsun olmasın asıl övgüyü hak eden firmalar olarak takdir ediliyor.