Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesinde "Çağdaş Türk Dünyası Ortak Edebiyatının İnşası ve Nazım Hikmet Çalıştayı" Türk dünyasından Türkologların ve profesörlerin katılımıyla gerçekleştirildi.

Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi (EBYÜ) Erdoğan Büyükkasap Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen "Çağdaş Türk Dünyası Ortak Edebiyatının İnşası ve Nazım Hikmet Çalıştayı"na Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Aksakallılar Heyeti Başkanı Binali Yıldırım, Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Akın Levent, AK Parti Erzincan Milletvekili Süleyman Karaman, Türk dünyasından akademisyenler ile Türkologlar, kamu kurum müdürleri, kent protokolü ve öğrenciler katıldı.

Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan çalıştay, Prof. Dr. Ali Kafkasyalı’nın selamlama konuşmasıyla devam etti. Daha sonra Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Akın Levent konuşma yaparak, “Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi ailesi olarak, 2022 Ekim ayında Uluslararası Türk Dünyası Sempozyumu ile başlattığımız Erzincan’da ve İstanbul’da seri toplantılarını yaptığımız ve bugün de burada seri toplantılardan birini yapacağımız toplantılarla beraber bu gibi toplantıların devamlılığını yapma kararlılığındayız. Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Rızayev, Dede Korkut’suz, Yunus Emre’siz, Nevai’siz ve Fuzuli’siz bir Türk dünyası olamayacağı gibi Nazım Hikmet’siz de bir Türk dünyası olamaz sözü Nazım Hikmet’e verilen önemi göstermektedir” dedi.

Daha sonra konuşma yapan Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu ise, “Türkiye Devleti ve milletinin büyüklüğünü, sadece bugünle görmeye çalışmak bizi yanıltır. Bu vatan, binlerce yıllık şan ve şerefin, birlik ve beraberliğin bir toplamıdır. Asırlardan beri devam eden bir coşkunun ulaştığı merhaledir. Bizim mücadelemiz geçmiş, an ve geleceği kuşatan büyük bir medeniyet dairesine işaret eder. Türk tarihinin kadim geçmişi, büyük bir zenginliği de içinde barındırmaktadır. Bu zenginlik Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan ve birçok milletle, dinle karşılaşılan, alışveriş yaptığımız büyük bir kompozisyonu işaret ediyor. Atalarımız bu geniş coğrafyayı ilmek ilmek işlediler ve bize emanet ettiler. Biz onları bıraktığı medeniyet dairesinde, huzuru, barışı, kardeşliği devraldık. Osmanlı Devleti hâkimiyetinde asırlarca havrada, camide, kilisede barış ve huzur içinde ibadetlerini yerine getiren insanlarla dolmuş ve taşmıştır. Bugün Filistin halkı, Birinci Dünya Savaşından sonra büyük bir zulümle karşı karşıya kaldı. 1917’de hürriyetini kaybeden Filistinliler, İngilizlerin ve Yahudilerin entrikalarıyla yavaş yavaş yok edilmeye başlandılar. Sezai Karakoç’un Alın Yazısı Saatinde dile getirdiği ‘Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir’ derken bu medeniyet dairesinin kirletildiğinden ve yaşanan acı tabloya dikkat çekmektedir. Bugün Nazım Hikmet de Gazze’yi görseydi aynı acıyı paylaşırdı şüphesiz. Çünkü bizim medeniyetin temeli merhamettir ve geçmişten günümüze de bize bırakılan miraslardan en önemlisi bu merhamettir. Bugün burada Nazım Hikmet çalıştayı ile aslında bizim olan bize ait olan her şeye sahip çıkmanın gününü ve anını yaşıyoruz. Böylesine güzel bir toplantıyı ikame eden, bu güne gelmesinde çok katkıları olan Ali hocama şükranlarımı sunuyorum. Çalıştayın yakın zaman da edebiyat dünyamıza, kültürümüze hayırlara vesile olmasını diliyorum” ifadelerini kullandı.

Çalıştaya katılan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Aksakallılar Heyeti Başkanı Binali Yıldırım Nazım Hikmet’in hayatını kısaca anlatarak 11 yaşında yazdığı şiiri okudu. Sovyetler Birliği’nin Nazım Hikmet’i Türklere komünizmi benimsetmek için propaganda aracı olarak göstermeye çalıştığına dikkat çeken Yıldırım, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

“Şairler, edebiyatçılar, filozoflar, tarihin her döneminde insanların düşünce ve davranışlarını etkileyerek topluma yön veren kişilerdir.

Şiirleriyle, hikâye ve romanlarıyla, inandıkları, savundukları düşünce ve değerlendirmeleriyle bireylere ve toplumlara öncülük etmişlerdir.

Ülkemizin ve Türk dünyasının bu anlamda zirve isimlerinden biri merhum Nazım Hikmet’tir. İlk şiiri Feryad-ı Vatan’ı Balkan Savaşlarında yaşadığımız hezimet üzerine yazmıştır. Şiirin dizeleri şöyledir:

‘Sisli bir sabahtı henüz, etrafı bürümüştü bir duman, uzaktan geldi bir ses ah aman aman! sen bu feryad-ı vatanı dinle işit, dinle de vicdanına öyle hükmet, vatanın parçalanmış bağrı, bekliyor senden ümit.’

Merhum Nazım Hikmet bu şiiri henüz 11 yaşındayken yazmıştır ve daha sonra yüzlerce şiiri kaleme almıştır.

Şiirlerinde sadece duygularını, özlemlerini dile getirmemiş, politik mesajlar da vermeye çalışmıştır. Bu nedenledir ki Cumhuriyet’in ilan edildiği dönemden başlamak üzere Soğuk Savaş’ın bittiği döneme kadar hep gündemde olmuştur. Yalnız Nazım Hikmet, şiirlerine ve şair kimliğine yaraşır şekilde anlaşılıp, anlatılmış mıdır? Bu soruya ‘Evet’ demenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Bunun önemli bir sebebi sosyalist çevrelerin Nazım Hikmet’i ideolojik bir taassupla sahiplenmeleridir. Etkiden tepki doğar. Sosyalist çevrelerin Nazım Hikmet’i ideolojik bir taassupla sahiplenmeleri milliyetçi, muhafazakar siyasi çevrelerin de kendi sahiplendikleri merhum Necip Fazıl gibi şair ve yazarlara ideolojik bir taassupla sarılmalarına yol açmış ve iki tarafın da karşılıklı olarak birbirlerini okuyup anlamalarını engellemiştir.Nazım Hikmet’in doğru şekilde anlaşılması ancak yakın zamanda mümkün olmuştur. Ateşin hem yakması, hem ısıtması misali Nazım Hikmet de Türkiye’de farklı, Türkiye dışındaki Türkler tarafından farklı değerlendirilmiştir.Türkiye’de hain diye nitelendirilip vatandaşlıktan çıkartılan Nazım Hikmet, bir dönem esir diye nitelendirdiğimiz ve özgürlüklerine kavuşmaları için mücadele ettiğimiz Sovyetler Birliği’nin egemenliği altındaki Türkler tarafından ‘Türkiye’nin, Türk dilinin, Türklüğün sembolü’ olarak görülmüştür.

Nazım Hikmet Sovyetler Birliği’ni eşitlik, adalet ilkelerine uygun sınıfsız, imtiyazsız toplum hayalinin hayata geçirildiği ülke olarak görmüştür.

Kimsenin kimseyi ezmediği, herkesin insanın şeref ve haysiyetine yaraşır şartlarda yaşadığı dünya hedefine ulaşmanın bir basamağı olarak değerlendirmiştir.Sovyetler Birliği de Nazım Hikmet’i Türklere komünizme benimsetmek için propaganda aracı olarak görmüştür.

Ancak ‘Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır’ misali sonuç Sovyetler Birliği’nin planladığı gibi olmamıştır.

Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği sınırlarındaki Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Polonya, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelere konferanslara götürülmüştür. Onun geldiğini haber alan Türkler de coşkulu, heyecanlı bir şekilde konferans salonlarını doldurmuşlardır.

O yıllarda Nazım Hikmet’i görmek, dinlemek uzun yıllar hasretini çektikleri Türkiye’nin kokusunu içlerine çekmek, ruhuna nüfuz etmek, Türkçe konuşup söyleşmek demekti.

Çalıştay’a katılan kıymetli hocalarımızdan, akademisyenlerimizden, yazarlarımızdan konunun bu yönünü de değerlendirmelerini bekliyorum.

Türk Dünyasının Ortak Edebiyatının İnşa edilmesinde Nazım Hikmet ile başlanılmasının isabetli bir tercih olduğunu düşünüyor, gelecekte yapılacak çalışmalara da örnek teşkil edeceğine inanıyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.”

Konuşmaların ardından farklı ülkelerden gelen Türkologlar, akademisyenler tarafından “Çağdaş Türk Dünyası Ortak Edebiyatının İnşası ve Nazım Hikmet” konu başlığı altında çalıştay gerçekleştirildi.

Kaynak: iha